KÖŞEM Yazıları ; http://www.yoldurum.com/inc/mgphp/kosem.php
15.SABIR ; Gerçekleşmiş bir olayın sona ermesine veya etkilerinin
hafiflemesine dayanma, olabilecekleri veya gelecekleri ise telaş göstermeden
bekleme hali olarak tarif edilen sabır, ?sonu selamettir? sözleri ile
tamamlansa da, kişilik özelliklerinin ön plana çıktığı, süresi ve ortamı
değişkenlik gösteren, genellikle â??zorâ? olan bir durumdur aslında. İnsan, â??hayatâ? denilen yolculuk sürecinde sevinç,
mutluluk, huzur gibi bulutların üzerine çıkaran duyguların yanı sıra bulutların
içinde kaybolmak istediği, battım bittim dediği zamanları da yaşıyor maalesef.
Üzüntü, sıkıntı ve bela gibi durumlar karşısında gösterilen direnç,
olumsuzlukları olumluya çevirmeye yönelik çaba ve gayretler, â??sabretmeâ? olarak
ifade ediliyor. Zahmetli dönemde, bir ateş topu olan tasayı, kederi soğumaya
bırakıp, sebep olanlara arkayı dönmek, â??zaman her şeyin ilacıdırâ? sözü ile
sabredip uzak durarak, hele bir de Hakkâ??tan geldiğine inanıp imtihan kabul
ederek uzaklaşılabilir ve tevekkül ederek beklenebilirse eğer, küller gibi
dağıldığı görülecektir sıkıntıların. Geride, alınmış bir ders, hayat tecrübesi,
üzeri çizilen ismi-cismi unutulacaklar kalacaktır daima. Sabır, zor iştir bazen. Dişler kenetlenir, yumruklar
sıkılır, yüz bembeyaz olur, gözler ateş topuna döner ki yapılacak hareket
hayatı etkiler, yön verir, bu ortam genellikle uzun yılların pişmanlığına sebep
olur. Gerilmiş ok, ileriye fırlasa da genelde kendine saplanır, telafisi mümkün
olamayacak hasarlara sebep olur bazen. â??Pişmanımâ? kelimesi bir ömür sayısız
defa söylenir ama oku geri getiremez artık. Eğer, vicdana yerleşmişse
pişmanlık, keder dolu bir ömür geçer ki derde dönüşebilir. Oysa çözüm basittir
aslında; oku bırakmamak, gerilmiş yayı boşa salmak, bir özür dilemek bazen,
belki biraz gözyaşı, kaçmak-uzaklaşmak, korkmak gerekir bazen de korkak
sıfatına razı olarak, ama her zaman Hakk'a sığınmak, dua bilinmese de sadece el
açmak, acizce ama gönülden yardım istemek, aman dilemektir çaresizce. Sabır, akıl ve zekânın, sabırsızlık ise acizliğin
göstergesidir. Akıl, bir çok dış etkenin, kışkırtmaların, şeytani düşüncelerin,
içimizdeki intikam, hırs, zarar verme gibi kötü duyguların önüne geçtiğinde,
zeka ile hızlı analizler yapılıp â??şimdi ve sonrasıâ? sorgulandığında ortaya
çıkacak durumların hak-hukuk-adalet ve günah-sevap süzgeçlerinden geçirilmesi
ile oluşan karar, daima selamete ve huzura eriştirir son tahlilde. Bazen anlık
sabır gerekir oku bırakmamak için, tam eylemsizlik hali için, bazen zaman
gerekir oku eline almayı hiç düşünmemek, sıkıntıyı küllendirmek, zerrelere
bölünüp zararsızca uçuşması için. SABIRLA, SELAMETE KAVUŞULUR (12.12.2019)
14.KISKANÜLIK ;
İnsanlar, çalışıp kazanarak ev, araba gibi maddi
değerlere, doğuştan verilmiş akıl, zekâ, yetenek gibi veya kişisel gelişimle
edinilmiş iman, terbiye, çalışkanlık gibi manevi değerlere ve anne, baba, eş,
çocuk gibi nesnel değerlere ve kıymetini sadece sahibinin bildiği kişiye özel
değerlere sahiptir. Başkasında olan maddi ve manevi değerlerin kendinde neden
olmadığını veya kendisi için önemli olan değerlerin başkasında olmasının
istenmediği duygu halleri, â??olmayanı kıskanmaâ? ve â??olanı kıskanmaâ? olarak
karşımıza çıkar. Kişi, her iki durumda,
önce kendisine ve bu duygu ile gelişen diğer his ve davranışlarıyla diğer
kişilere zarar verebilir, bir tedavi sürecine girebilir.
Kendinde olmayanı kıskanan kişilikler, sürekli kendisi ve
diğerlerini kıyaslayarak, benzerlerinin çok daha fazlasına sahip olsalar dahi
karşıdakinin sahip olduklarını edinmenin veya elinden almanın peşine düşerler
ki bazen hırsızlık boyutuna erişirler bazen. Eğer, kıskanılan maddi değil ise
erişim çok daha zor bazen imkânsız olacağından doğrudan savaş açıp,
başkasındakini kötüleme, hor görme, ezme, kaçırtma dedikodu ile yıpratma,
manevi eziyet, moral bozmayı tercih ederek iftira, yalan ve hakareti de
kullanırlar genellikle. Etraflarına toplanan benzer kişilikler ile taraftar,
destekçi de bulabilirler bazen, cephe büyür bir anda kıskanılan için. Mücadele
çok zor olur bu cepheyle, özellikle yalan temeli üzerinde var olanlarla ki çare
kaçmak olur çoğu zaman, eğer mümkünse. Ancak, görünürde kısa vadede yıpranan
â??ezilenâ? olsa da orta vadede ve tabii ki ilahi düzeyde kaybeden daima kıskanç
â??eziklerâ? cephesidir.
Sahip olduklarını, lütuf ve ihsan kavramlarını
bilmeyerek, sadece kendilerinin kazançları olarak gören, kendinde olanı
kıskanan, doyumsuz aç gözlü kişilikler, paylaşmayı, bölüşmeyi düşünmedikleri
gibi başkasında olmasını dahi istemezler. Üyle ki yok etme dürtüsü ile hareket
edip diğerindekini kırmaya, dökmeye hatta çalıp ortadan kaldırmaya kadar
giderler nihayetinde. Sahip olduklarının â??elinden alınmaâ? korkusu ve endişesi
taşıyan, bunu çok fazla abartan, kaybetmekten korkan, saplantı boyutundaki
kıskançlar, önce kendisi ve yakın ailesinin huzurunu bozmakta, hal ve
hareketleri ile çevresini tedirgin etmekte, doktorlardan çare arama yoluna
girmekte, bazen de akıl almaz eziyetlere, şiddete, zulüm ve cinayetlere sebep
olmaktalar maalesef.
Nasip ve kısmet kavramlarını anlayamayan,
"var"lığın hayırlı olmasını dileyemeyen, "yok"luğun kişinin
hayrına olduğunu anlayamamış â??kıskançâ?, â??hep banaâ?cı kişiler, toplumsal huzur
ve barış için potansiyel tehlikedirler daima.
KISKANMA, İSTE SENİN DE OLUR (06.12.2019)
13.BEKLEMEK ;
Bir iş oluncaya, biri gelinceye kadar bir yerde kalmak,
durmak, oyalanmak olarak ifade edilen beklemek eylemi, bazen bir şeyi gözetmek,
korumak, muhafaza etmek, bazen de süre tanımak, acele etmemek, karşılaşma
ihtimali bulunmak olarak tarif ediliyor ki insan ömrü beklemek ve beklentilere
erişmek için çabalamakla geçiyor aslında.
İnsan, daha doğmadan dünyaya gelişi, verilecek sütü,
mamayı, alınacak oyuncağı, okula gitmeyi, mezun olabilmeyi, meslek ve iş sahibi
olmayı, eş, çocuk, aile kurabilmeyi, emeklilikte dinlenmeyi, gezmeyi, torun
sevmeyi, sağlıklı kalabilmeyi ve dünyadan zahmetsizce, çekmeden, çektirmeden
hayırlısıyla göçebilmeyi bekliyor, diliyor daima. Beklenen genellikle
arzuladıklarımız olsa da, hastalık, kaza, bela gibi beklenmeyen, istenmeyenler
de hayatımıza giriveriyor bazen. Küçüklerine â??hayatın tuzu, biberiâ? derken
büyükleri zor, zahmetli ve sıkıntılı süreçleri de beraberinde getiriyor
maalesef.
Beklemek, yalnız başına, ailecek veya toplumsal da
olabiliyor çoğu zaman. Kişisel beklentiler günün veya ortamın şartlarına göre
değişkenlik gösterirken, kişinin karakter yapısı asıl etken oluyor kuşkusuz.
Bekleme aşamasını atlayıp her şeyi istemeye başlayan doyumsuz bir kişi, hele
bir de yetersiz ise, ortaya â??kifayetsiz muhterisâ? çıkıyor ki kendisine ve
çevresine büyük rahatsızlıklar veriyor. â??Bana da bana daâ? tekerlemesi çocukluk
döneminde sevimli gelirken ileri yaşlardaki â??çocuklaşmaâ? sorunlara,
sürtüşmelere ve hatta küskünlüklere sebep oluyor.
Ailecek veya bir grup olarak beklenen, büyük bir sabır
sonundaki gerçekleşmeler, en güzel beklemeler oluyor ki süreç bile bir heyecan,
bir sevinç, dolu dolu mutluluk içeriyor genelde. Bir bebeğin aileye katılması
mesela gözleri yaşartabiliyor, okuldan mezuniyet kep fırlattırabiliyor, ilk
maaş yemek-tatlı ısmarlatabiliyor, hediyeler aldırtabiliyor. Askerden dönüş,
şehir dışından, yurt dışından, hacdan gelişler özlemleri hasretleri gideriyor.
Hele bir de hastalık sürecinde tahlil sonuçlarını beklemek var ki bazen büyük
bir sevince bazen büyük bir üzüntüye sebep olarak başka beklemelerin başlangıcı
olabiliyor, umutla.
Beklentilerin, olumlu veya olumsuz gerçekleşmesi
durumundaki duyguların büyüklüğü, beklenenin ne kadar mantıklı, erişilebilir
olduğu ile orantılı aslında. Küçük beklentilerle kurulu bir hayattın çok daha
mutlu edici olduğu, büyük beklentilerin hayal kırıklıklarına daha bir yatkın
olduğunu, kişiyi istenmeyen hallere sürüklediğini, bazen tedavi gerektirdiğini
de görüyoruz, yaşıyoruz, ibretle. BEKLENTİLER "HAYIRLI" OLSUN (01.12.2019)
12.GÜN ;
Dünya üzerindeki bir noktanın güneşle tekrar aynı
pozisyona gelmesi için geçen süre, gün olarak ifade ediliyor. Süre, yapılacak
iş olduğunda yetmiyor, meşguliyet olmadığında da geçmek bilmiyor. Akan zamanın,
alıp verilen nefesin nasıl harcandığı, bu dünyada sayılı olan dakikalarımızın
nasıl doldurulduğu büyük önem taşıyor ki hesabı verilebilsin.
Uyuma, çalışma, dinlenme olmak üzere üç parçaya
ayrılabilen bir günün nasıl değerlendirileceği büyük oranda kişinin iradesine
kalmış. Uyumak, vücudun en temel gereksinimi, kalp atışının minimuma indiği,
tüm organların işlevlerini durdurduğu, yavaşlattığı, hayatımızın olmazsa olmaz
bir parçası, ancak süresi, ömrümüzden aldığı büyüklük önem kazanıyor.
Annemizin, â??öğlen oldu kalk artıkâ? diye seslendiğini, â??biraz dahaâ? istendiğini,
â??amma uyumuşum saat iki olmuşâ? dediğimizi hepimiz hatırlarız. Ümrümüzün üçte birini
oluşturan uyku süresini yaşanmış saymayanları, uykusuzluğu tercih edenlerin ise
sağlıktan kaybetme yolunda tedaviye ihtiyaç duyduklarını, tüm dengelerinin
bozulduğunu biliyoruz, görüyoruz.
Günün çalışma dönemi, işin niteliğine göre erken ya da
geç başlayabilir, süresi de kısa veya uzun olabilir. Her günümüzün yaklaşık on
saatini kapsayan bu sürede yaptıklarımız hayatımızın değerini, anlamını
belirliyor aslında. Üok az insanın başarabildiği â??geride bırakılanlarâ? ise
hatırlanmamızı sağlıyor bazen rahmetle bazen nefretle. Dolayısıyla, kendimiz,
çevremiz, ülkemiz, dünyamız için neler yaptığımızın, azlığının veya çokluğunun
sorumluluğunu bilerek veya bilmeyerek herkes taşıyor, taşımalı mutlaka. Kişi,
varoluş gayesinin farkında olarak, â??benden bir şey olmazâ?, â??bu ülkede bir şey yapılmazâ?
gibi kendini buhrana sürükleyen karamsar hal ve hareketleri, miskinliği,
ümitsizliği terk ederek, bazen zorlanarak bazen de şartları zorlayarak elinden
geleni en iyi şekilde yapmalı ve mutlaka â??eserlerâ? bırakma gayreti içinde
olmalıdır ki semeriyle değil ismi ile anılabilsin gelecekte. Dünyaya parmakla
dokunulabilen günümüzde, birkaç cümle dahi birçok insana kapı açabilir, yol
olabilir en azından. Asıl olan niyettir, güzel olan eserdir-hizmettir, makbul
olan karşılıksız yapılmasıdır ki yücelebilsin, şereflenebilsin insan.
Uyandık, çalıştık, tekrar uyumadan önce, içinde
kendimizin, ailemizin, arkadaş-dost çevremizin bulunduğu dinlenme dönemi
mutlaka oluşturulmalıdır ki günün muhasebesi yapılsın, acı, sevinç, bilgi,
tecrübe paylaşılsın, okunsun, yazılsın, seyredilsin, ibadet edilsin, iyi niyet temelinde ve karşılıklı etkileşimin
kazanımları bilinci ile toplumla temas kurulabilsin, hoşluklar gelişebilsin. DÜNYAYA İZLER BIRAKINIZ (28.11.2019)
11) PLANLAMA ; Amaçların ve bu amaçların elde edilmesi için gerekli olan
faaliyetlerin belirlenme süreci olarak tanımlanan planlama, iş hayatının en
önemli unsuru olup yönetimsel bir kavramdır. Ülke yönetimi, şirket yönetimi, iç
ve dış politika yönetimi gibi büyük boyutlarda yapılan uzun süreli, çok yönlü
ve çok katılımlı planlamalar ile küçük ölçekli ve az bileşenli, konusuna göre
değişken süreli, aile içi planlamalar ve kişisel planlamalar da hayatımızın
içindedir. â??Planlamaâ? kavramının ciddiyetini idrak etmiş, çevresinde
olumlu olumsuz örneklerini görmüş ve anlamış olarak, her bireyin öğrenmesi,
kişilik özelliklerini bu temelde geliştirmesi ve uygulaması ile birlikte
â??kontrol bendeâ? diyebilmesi büyük önem taşımaktadır. Planlama alanlarının
çokluğuna rağmen, â??zaman planlamasıâ? ve â??para planlamasıâ? konuları, bireysel
ölçekte daha bir öne çıkmakta, uygulama dereceleri ise insan hayatını farklı ölçülerde
etkilemekte, olumlu olumsuz, sığ veya derin izler bırakabilmektedir. Bireyin, tüm ömrünü kendi başına planlama imkânı
bulunmadığı gibi bazı planlar birkaç dakikalık, bazıları günlük-haftalık, çok
azı uzun vadeli olabiliyor ki planlama süresi uzadıkça gerçekleşebilirliği
azalıyor ve çok etkenli dönemlerde imkansız da olabiliyor bazen. Ancak, zamanın
planlanması sürecindeki kişisel ve dışsal unsurlar, bunların birbiri ile
etkileşimi, uyumsuzlukları ve risklerini öngörerek alternatifli çözümler üretmek,
planın işletilmesi esnasındaki yeni durumlara göre esneklik oluşturmak,
çıkış-kaçış aralıkları bırakmak ve gerektiğinde yardım-takviye alınabilecek
noktaları belirlemek, bazen bedel ödeyebilmek, bedelin büyüklüğünü tahmin edip
kendini hazırlayabilme ve planı yenileme becerisi çok büyük önem taşıyor ki
zaman planlamasını yapamayanların â??işlerinin bitmediğiâ?, daima bir mücadele,
koşuşturma içinde olunduğu görülüyor. Bireyin, ihtiyaçlarını satın alabilmesi için olmazsa
olmaz bir araç olan paranın, girişi ve çıkışı planlanmamış ise, dar günler için
bir kenarda saklanmamış ise saman misali, bitmeyecek zannediliyor ki suyunu
çekince cepler, cüzdanlar ayaklar yorgandan çıkıyor maalesef. Borçların
alacakla ödenmeye başladığı bir döngü, kendisi, ailesi ve yakın-uzak çevresi
açısından çok zor günlere kapı açabiliyor, para planlamasını yapamayanların
â??borcunun bitmediğiâ? sürekli maddi yetersizlikler sarmalında çabaladıkları da
biliniyor. Kurumsal veya bireysel tefecilerin kurup, birilerinin düşmesini
iştahla bekledikleri başka bir sarmala yöneliş kaçınılmaz oluyor bazen,
acımasız aktörlerin kurtlar sofrasında buluyor kendini maalesef ki kurtuluş pek
mümkün olmuyor acısız, kayıpsız.
PLANLAMA, YÜNETMENİN ESASIDIR (24.11.2019)
10) BÜYÜKLENMEK ; Dünyamızda yaşayan milyarlarca kişi, her kişinin sahip
olduğu onlarca sınıftaki yüzlerce özelliği ile tamamen ayrı, sözde benzer
özde farklılıklar taşıyor. Aynı kişi zamanın, şartların değiştiği ortamlarda,
yaşın, mevsimin değiştiği dönemlerde dahi farklı özelliklere bürünebiliyor,
â??seni tanıyamıyorum artık, sen, eski sen değilsinâ? dedirtebiliyor bazen.
Farklılıklar bir mozaik gibi ahenkli olursa, bir farkındalık oluşturabilir ki
göze de gönüle de hoşluk katabilir. Hele bir de, bütünün içinde öyle bir
istisnai yer bulmuşsa kendine, fark edilebiliyorsa hemen, tüm bütünü daha da
değerli kılabilir, hayran hayran izletebilir. Üoğaldıkça fark edilenler ve fark
edebilenler, önce mutlu bireyleri, sonrasında mutlu, huzurlu, saygılı bir
toplumu oluşturabilir. Kişi, kendindeki farklılıkları, bir â??büyüklenmeâ? sebebi,
karşısındakilere â??kibirlenmeâ? aracı olarak kullanırsa, başkalarını aşağılayıcı,
küçük görücü davranışlar içine girerse ve maalesef, mevki, makam ve yetkisini
de buna alet ederse, o ortamda ne huzur kalır ne saygı ne de sevgi, ne üretim,
verim, randıman ve dahi zevk ve keyif, aksine sinir, gerginlik, nefret hakim olur ki kaçacak yer arar
insan. Aslında, hoş görülmeyen bu tür
duygular içinde olanlar, öyle bir risk
alırlar ki, kendilerinden daha kibirliler karşısında ezilip büzülür, eğilip
bükülürler, bazen de yerin dibine girerler ve güldürürler kendilerine sesli
veya sessiz. Ancak, bu ezikliği aşabilme gayreti içinde iken daha bir çıkmaza
saplanırlar ki zaten var olan kişilik bozukluğu daha da derinleşir ve
kendisine, yakın çevresine vereceği zararlarla tedavilik duruma gelebilirler,
debelendikçe debelenirler çıkabilmek için. â??Dağları ben yarattımâ? yaklaşımı, aslında kimsenin
umurunda da değil. Her kişi, â??yaratılmışların en mükemmeliâ? sıfatı ile tek
başına bir â??dağâ?dır aslında. İçinde bulunduğu ortam ve şartlar onun istisnai,
çok değerli, fark yaratan, göze dokunan, albenisi yüksek özelliklerini
sergilemesine izin vermiyor, verdirilmiyor olabilir. Ancak, sahip olduğu
tevazulu kişilik zıpçıktılık yapmasına izin vermiyorsa, nasılsa ses çıkarmıyor diye asla küçümsenemez, hor
görülemez, karşısında büyüklük taslanamaz ve baskı kurulamaz. Bilinmeli ki
â??doğruâ? elif gibidir bükülemez, zorlanırsa gerilir, ancak kırılırsa büyükleri
küçültebilir, çok yönlü pişmanlıklara sebep olabilir. Farklılıklarımız, toplumun inşasında, hizmetin
yükselmesinde, değerlerin artmasında birbirimizi tamamlayıcı olarak
kullanılmalı, büyüklüğün ayrıştırıcılıkta değil bütünleştiricilikte olduğu,
iletişim ve sosyal medya hızı ile büyük topluluklara dokunulabilen günümüzde,
kucaklamanın bir, iri ve diri olmayı sağladığı unutulmamalıdır.
KİBRİN DEğİL, BÜTÜNÜN PARÜASI OL (17.11.2019)
9) İNANÜ VE İMAN ; İnsanoğlu, yaradılışından itibaren daima bir şeylere
inanma, tapma ihtiyacı içinde olmuş, bununla birlikte çeşitli şekillerde
tapınma, ibadet biçimleri, ritüeller geliştirmiş, yapılar inşa etmiştir. Henüz
medeniyetin girmediği günümüzde yeni keşfedilen ilkel topluluklar ile modern
toplumlarda, kültürel ve tarihi geçmiş gibi toplumsal özelliklere ilaveten,
eğitim, bilimsellik, analitik düşünce gibi kişiye has özelliklerin dahi bireyin
inanma arzuna, yaradılış ve amacı gibi sorulara cevap veremediğini, bu durumda
kişisel arayışlara girildiğini, mevcut inanç yapılarının incelendiğini veya
yeni inanç sistemlerinin kurulup yayılmaya çalışıldığını görüyoruz. â??İnsanın sığınağıâ? olan inanç sisteminin içinde; Allah ya
da tanrı, kutsal ruh gibi fiziki olmayan kavramlar ile; güneş, ateş gibi
fiziki; put, dağ, hayvanlar gibi nesneler â??tapınılacak değer, ilahâ? kabul
edilebiliyor. Ayrıca, namaz gibi sistematik uygulamalar ile ritüeller, ayinler,
çalgılı-oynamalı davranışlar, nesilden nesile aktarılarak gelen kültürel
figürler, â??tapınma şekilleri, ibadetâ? olarak uygulanıyor. Sistemin diğer
parçasını ise â??tapınakâ? oluşturuyor ki açık hava veya kapalı mekân, dağ, vadi,
nehir gibi ortamlar ile birkaç mum veya tütsü, odanın bir köşesi yeterli
görülürken bazılarında tapınağa gerek görülmüyor. İnsan, hürriyetinden kısmen de olsa ödün vereceğini
bildiği halde, neden böyle bir sistemin içinde yer almak, kurallarla
sınırlanmak ister ki acaba. Aklen, bedenen ve ruhen ne kadar güçlü olsa da,
kişiliği ve fiziksel gücü gelişmiş olsa da, eğitimi ve kültürel birikimi
zirvede olsa da insan, â??acizâ? bir varlıktır aslında. Bu acizlik, kendinde,
vücudunda, çevresinde, doğada gelişen birçok olayı açıklayamama ve algılayamama
noktasında ortaya çıkıyor. Bu nokta, inançlı bir kişi için ilahın varlığını
kabul ettiği ve delirmekten kurtulduğu nokta oluyor. İnançsız kişi ise, doğa
yapıyor, kendiliğinden, tesadüf şeklinde akıllara ziyan bir komik kaçış noktası
buluyor ki ne eğitimine, ne kültürel birikimine ne de zekasına uyuyor maalesef.
İnançlı olmak yeterli mi? tabii ki hayır. İnsanın neye
inandığı, iman ettiği çok çok önem kazanıyor ki hem kendi acizliğine çözüm
bulabilsin hem de topluma hizmetleri ve katkıları olabilsin, değer
oluşturabilsin. İnsan ve tabiat sevgisi, toplum ve dünya barışı, varoluş gayesi
içermeyen, doğrunun ve haklının yanında olmayan, çeşitli sapkınlıklar ve
anlamsızlıklarla dolu bir inanç sistemi içindeki birey, maalesef kaybedilmiş
oluyor ki her türlü yönlendirmeye ve kullanıma açık bir â??mankurt, çapulcu,
maşaâ? haline gelebiliyor.
HAYAT, İMANLA ANLAM KAZANIR (14.11.2019)
8) ZALİM VE MAZLUM ;
İnsanlık tarihinde zulüm uygulayan zalimler ile zulme
uğrayan mazlumların hep var olduğunu, bazen kitlesel bazen de bireysel
boyutlarda yaşandığını okuyoruz, günümüzde de yaşıyoruz. Zalimlerin, ten rengi,
atalarının geldiği soy, dil-din-mezhep ayrımları, yapay farklılıklar, fikir
uyuşmazlığı gibi zulüm sebepleri oluşturup geride acı çeken, katledilen
mazlumlar ve nesiller bıraktıklarını da görüyoruz.
Birileri, eline geçirdikleri bir güç ile zulmü haklı
çıkaracak, kendilerine göre gerekçe zeminini hazırlayarak diğerleri üzerinde
uyguladıkları baskı, şiddet ve katliamlar bazen soyunu kurutma boyutlarına
ulaşıyor ki dünya bunu â??insanlık suçuâ? kabul ediyor ve kağıt üzerine yazıyor,
tarihin raflarına kaldırıp tozlanmaya bırakıyor çoğu zaman. Ancak, birçok ülke
seyrederek, bazıları kısa veya uzun vadede menfaat ve çıkarlarını gözetip
zalime yardım ederek, maddi, siyasi ve bazen silah desteği vererek zulme çanak
tutarken, çok az ülke zulmün karşısında haykırarak safını belirliyor ama bir
işe yarayıncaya kadar geçen sürede zalimin yaptığı yanına kâr kalıyor. Sonuçta,
kirletilmiş kanlı tarih sayfaları, açılmış ve kapanması on yıllar, yüz yıllar
süren toplumsal yaralar ve acılar oluşuyor. Mahkemeler, yargılamalar ve cezalar
ise göstermelik kalıyor, kayıplar asla geri getirilemiyor.
Üevremizde karşılaştığımız bazen engel olduğumuz, bazen
arkamızı döndüğümüz, ekranda seyredip lanetler yağdırdığımız, sadece insanın
insana değil, insanın hayvanlara hatta bitkilere, ormanlara yaptığı kişi
ölçeğindeki bireysel zalimlikleri de görüyoruz. Herkes herkesle anlaşacak, tam
uyum içinde, empatisi yüksek, saygı ve sevginin zirvede olduğu bir toplum, bir
dünya beklentisi â??idealâ? olsa da maalesef pek gerçekçi değil aslında.
Kıskançlık, hırs, kin, nefret gibi kişinin iç barışı ile ilgili ayrıştırıcı ve
dışlayıcı kişilik özellikleri, eksiklikleri ve düşmanca kötü hisleri, güç
ellerine geçtiği zaman karşıdakine bir eziyet, baskı, sindirme, yıldırma ve pes
ettirip kaçırma aracına dönüşüyor ki mazlumun elinden fazlaca bir şey de
gelemiyor, çoğu zaman.
Zalimin şerrinden korkarak mazlumun yanında yer alamamak,
o zulümden zamanı gelince nasipleneceğini beklememek, zalimin gücünün bir gün
elinden alınacağını bilmemek ve hatta zulmü alkışlamak da bir başka kişilik
kusuru olarak ortaya çıkıyor. Hele bir de zulme kayıtsız kalıp, duyarsızca
davranan, â??duymayan-görmeyen-bilmeyenâ? sessiz şeytanlar var ki, lanet olası
zalime â??bana dokunmayan yılanâ? mantığı ile dolaylı da olsa destek içindeler
maalesef. ZULMÜN BEDELİ MUTLAKA ÜDENİR 10.11.2019
7) TEK YÜZLÜLÜK VE ÜOK YÜZLÜLÜK ;
Dünyamızda yaşayan
nüfusun 8 milyar, göçenlerin ise 100 milyar olduğu kabul ediliyor. Gelmiş,
geçmiş ve gelecek insanların birbirlerinin â??aynısı, tıpkısıâ? olmadığını,
fiziki, dış görünüşlerde benzerlikler olsa da duygu, düşünce, akıl, zekâ,
yetenek gibi kişilik özellikleri ile her bir ferdin â??farklıâ? olduğu biliniyor.
Devasa çeşitliliğin içinde, huzurun korunması, iyi geçinme, tatsızlık olmaması
noktasında azami bir gayret ve pür dikkatle empati kurarak yaşamak, yazılı-yazısız
kurallara uymak, saygı öncelikli ve insanlığa, dünyaya hizmet temelli bir yaşam
biçimini benimsemek toplumsal yaşamın da, top yekun huzurunda bir gereği zaten.
Birey kişi,
taşıdığı her türlü özelliği, kendini yansıttığı yüzü, başkasının bakışlarıyla
göründüğü ve görünmediği kadarıyla, anlaşıldığı ve bilindiği şekliyle, çokluk
içinde tekliktir aslında. Kişinin, toplum içindeki varlığı, en yakınındakinden
dünyanın diğer ucundakine kadar başka kişilerle kurduğu temas esnasında
kullandığı â??yüzâ? ile bilinirlik kazanıyor aslında. Değer, önem ve saygınlık
gibi kazanımlar ise, â??içi-dışı birâ? tabirinde özetlenen â??tek yüzlüâ? olmak veya
her kişiliğe uyan â??yanar-dönerâ? tabiriyle â??çok yüzlüâ? olmak kişisel tercihi,
eğilimi, davranışları ile belirleniyor. Tek yüz, dürüstlüğün en temel unsuru
iken, çok yüz bu esas unsuru sorgulatıyor, â??yaranmak için miâ? gibi şüpheler
oluşturuyor, insani ilişkileri, yaklaşımları doğrudan etkiliyor.
Yüz yüze, yazılı,
sözlü ve görüntülü iletişim ve temas imkânının kolaylaştığı ve hızlandığı
günümüzde, tek yüzlü kalabilmek için, çok yüzlüğün karşısında ayrı bir mücadele
vermeyi gerektiriyor maalesef. Yalanın karşısında doğruyla, iftira ve hakaretin
karşısında mazlumun yanında dikilebilmek, kısa vadede sosyal medyada
engellemelere, gerçek hayatta selamı kesmelere, küsmelere ve hatta karşınızda
birleşik tepkiye, örülmüş duvarlara sebep oluyor ki â??kargalar sürüyle,
kartallar yalnız uçarâ? cümlesi doğrulanıyor daima. Tek yüzlünün onurlu çabası
karşısında çok yüzlülerin, herkes için ayrı maske takarak varlık gösterenlerin,
nabza göre şerbet verenlerin, bu günü ve kısa süreli yarını daha bir mutlu, şen
şakrak, etrafı kalabalık olabiliyor. Üyle ki, çölde açmış bir çiçek gibi
kalabiliyor tek yüzlü, koparmak isteyen, üstünü örtmeye çalışan, görünürlüğünü
ve bilinirliğini silme, yıldırma, kaçırma gayretinde olanlar arasında.
Ancak, uzun vadede
kazanan, daima doğru ve Hakkâ??ın yanında, çoğu zaman tek başına, dağ gibi dimdik
duranlar olurken; kaybeden, kesinlikle eğilip bükülenler, yancılar, sahteciler,
yalancılar ve kıvırtmaya müsait yaramazlar oluyor. HER MASKE MUTLAKA DÜşER (06.11.2018)
6) YANLIş VE YALAN ; Bilgi, haber, resim, film, simge, emoji gibi ifade biçimlerinin ışık hızıyla, aynı anda milyarlarca insana yayıldığı, insanların cep telefonlarına gelen sinyalle uyarıldığı ve görmelerinin sağlandığı bir iletişim hızıyla yaşıyoruz. Kalem, kağıt, hatta bilgi ve yetenek de gerekmeden, sadece parmak uçları ile bir ifadenin yayılımı başlatılabilir, dünyanın her yerinde birileri bu ifadeyi birkaç saniye içinde alabilir, yayılması için yine parmaklarını kullanabilir, eklentiler, kırpmalar yapabilir ve yeni bir paylaşım zinciri başlatabilir. Böylesine bir hızla yayılan ifade, eğer "doğru" ise, o bilgiye ihtiyacı olanlar için, kısa sürede tek yürek olabilmek, bir zorluğa omuz verebilmek, destek çıkabilmek, ülkenin kaynaklarını yönlendirebilmek, etkili ve verimli kullanabilmek, ulusça top yekün ayağa kalkabilmek, bazen de şahlanabilmek için müthiş bir kazanım aslında. Acil tedavi bekleyen bir hasta için koşturabilmek, oturduğumuz yerden zahmetsizce, birkaç tuşa dokunarak bir yaraya maddi manevi merhem olabilmek, karınca kararınca katkı sağlayabilmek, sevince ve kedere ortak olabilmek, acıyı paylaşmak, coşkuyu daha da çoğaltabilmek, dualarımızla duruşumuzu gösterebilmek için kolay, etkili bir araç kuşkusuz. Dünyaya aktarılan bilgi eğer "yanlış" ise doğruluğunu, gerçekliğini araştırmadan, gerek bile duymadan, genellikle kasıtlı olarak birilerine zarar verme, gözden düşürme, karalama, iftira, hakaret ve nefretin uyandırılması, arttırılması için paylaşıldığında, şaka olsun, biraz gülelim diye yayıldığında, ülke ve dünya barışı, toplumsal huzur için büyük zararlar oluşturuyor maalesef. Üyle ki, "iletişimin gücü"nün kötü niyetli ve düşman eller tarafından çapulcuları yöneterek "olaylar" başlatmak, büyütmek ve istedikleri şekilde dünyaya göstermek ve yalanı yaymak için kullanıldığını görüyoruz. Açık havada savrulan kuş tüyleri gibi yanlış bilginin geri toplanmasının mümkün olmadığını, düzeltilmesinin uzun yıllar aldığını, hatta imkansız olduğunu, yanlış temele dayanan davranış ve hareketlerin büyük acılara, yıkımlara, can, mal, huzur, zaman kayıplarına, kapanmayan kin ve nefretlere sebep olduğunu biliyoruz, yaşıyoruz üzülerek. Bilginin doğrusu öğrenildiği halde, "yanlış" paylaşılmaya devam edilirse, hatta ısrar edilirse yaymada "yalan"a dönüşür ki, paylaşan da yalancı ve iftiracı durumuna düşer. Kazanılması zor, kaybedilmesi kolay olan "güvenilirlik" zedelenir, devamında, tekrarında ve inadında "yalancı gömleği" giyilmiş olur ki "kim takar onu"o zaman. YA DOğRU SÜYLE-PAYLAş YA DA SUS. 01.11.2019
5) BAKMAK VE GÜRMEK ; Göz, karşıdakine göre â??kendisine bakılanâ? bir pencere,
gözün sahibine göre â??bakılanı görmeâ? organı. Belli bir açıdan bakılan, belli
bir derinlik ve fiziksel sınırlar içinde görmeyi, beyin vasıtası ile
algılamayı, değerlendirmeyi sağlayan, buna göre duygular geliştirdiğimiz,
düşünceler ürettiğimiz, hareketlerimizi belirlediğimiz ve uyguladığımız,
kelimeleri dizdiğimiz, kararlar verdiğimiz, bazen dudak bazen niyet okuduğumuz,
renkler gibi tarif edilemeyenleri isimlendirdiğimiz, işlevselliği sahibinin
kişilik özelliklerine göre değişen mükemmel organımız.
Bakmak; bir bölgeye, alana, büyüklüğe doğru basit bir
eylem iken, görmek; bu alandaki özel noktaları, detayları, anlamları,
anlamsızlıkları yakalamaya ve algılamaya yönelik kapsamlı bir eylem aslında.
Bir yöne çok kişi bakabilir, ancak her birinin gördükleri çok farklı olur
kuşkusuz, â??sen görmedin miâ?, â??kör müsünâ? tartışmaları çıkabilir, â??nasıl
görmezsinâ? ile apaçık olanı görmemek eleştirilir bazen. Görebilmenin büyüklüğü
ve derinliği, kişinin sahip olduğu eğitim, bilgi ve tecrübe birikimi, kültürel
altyapı, ilgi-merak, öğrenme kapasitesi, öğrenebilme yeteneği, öğretme-aktarma
niyeti, maddiyat ve maneviyat eğilimi gibi özellikleri ile daha da farklılaşır
aslında. Üyle ki; görünen, çift taraflı kazanç misali, kişinin özelliklerini
daha da geliştirirken birikimini arttırır hele bir de paylaşmaya açıksa kişi,
çok kişinin gözü oluverir bazen aynı zamanda aynı mekânda. Görebilmek bir
yetenek ise eğer, donanımlı bakabilmek en büyük etkeni ve değer katabilenidir
bakılana.
Her baktığımızı görmeli miyiz? sorusu her zaman ve daima
â??hayırâ? olarak cevaplanmalıdır. Üzellikle görünmesi istenilmeyen, sahibine özel
örtü altında veya perde arkasındakiler, mahremiyetler, bir şekilde gizli
kalması gereken hususlar, kişiliklerdeki hoş görülebilir kusurlar, düzeltilmesi
daha büyük sorunlara yol açabilecek hatalar bazen de yanlışlar, arkasına bakma
imkânı olmayan, gerisini bilemediğiniz yanlış yargıya sebep olabilecek,
dedikodu, iftira, gıybete, karalamaya uzanabilecek tek yüzü görünen madalyonlar
â??bakar körâ? olmayı gerektirebilir bazen, hem kişisel hem toplumsal huzur için.
Günümüzde, büyük resmin küçük bir parçası gösterilerek,
resimler kırpılıp birleştirilerek, aynı resim üzerinde oynanıp montajlar
yapılarak, bir de altına üstüne yazılar ekleyerek, yalan ve yanlışlarla
toplumun nasıl yönlendirildiğini, kitlesel olaylara sebep olduğunu, sadece
â??gösterileneâ? inanan ve sahteyi savunan mankurt kişilikleri izliyoruz,
lanetleyerek. Vicdanımızı, aklımızı ve hafızamızı görebildiğimiz güzelliklerle
dolduralım ki yansısın; yüzümüze temizce, sözümüze dürüstçe, duygu ve
davranışlarımıza güzelce, en önemlisi yargılarımıza adilce. GÜRMEK İÜİN BAK, YA DA BAKMA 27.10.2019
4) ÜğRENMEK ; Canlıların, â??bilgi, beceri ve yetenek kazanmakâ? için
gösterdikleri çaba â??öğrenmekâ?? olarak özetlenirken, daha doğmadan başladığı da
biliniyor. Üğrenme ile hayat, daha bir anlamlı, daha kolay yaşanabilir,
anlaşılabilir, daha fazla zevk alınabilir, tahlil edilebilir hale geliyor.
Kendimizde, yakın çevremizde veya dünyanın bir köşesinde meydana gelen bir
olayı, durumu değerlendirirken, bir duruş ortaya koyarken, safımızı, tarafımızı
belli ederken öğrendiklerimizin, bilgi birikiminin ne kadar önemli olduğu â??hiç
bilenle bilmeyen bir olur muâ? cümlesi ile açıklanmış aslında.
Eğer, kültürel donanım yeterli değil ise birilerinin
etkisinde kalınarak onların yönlendirmesi ile hareket edilir ki her zaman doğru
yargılara varılamaz, doğru kararlar alınamaz,
kılavuzun â??kargaâ? olduğu durumlarda vahim sonuçlar da oluşabilir. Hele
bir de öğrenme gereği duymayan aklını kiraya vermiş bazen de satmış olan,
bilgisi ile değil telkinlerle, suflelerle yaşayanlar var ki, yanar döner misali
birilerinin oyuncağı, maşası olarak, kıvırtmalarla geçiyor ömürleri, onursuzca.
Üğrenmek, ama neyi? sorusuna verilecek cevap â??her şeyiâ?
olmamalı. İnsanın bir öğrenme, biriktirme, hafıza kapasitesinin olduğu
biliniyor. Dolayısıyla bir bardak misali, sürekli doldurulan bir hacimden, uzun
süre kullanılmayan, yazılı veya sözlü paylaşılmayanlar tozlanıyor, kayboluyor,
unutuluyor, ilerleyen yaşlarda ise son öğrenilenlerle değil, anılarla yaşanıyor
genelde. Her insanda farklı olan bu kapasitenin, hayatımızı rahatlatan, huzurlu
ve zevkli hale getiren, çevremizi aydınlatmaya yarayan, yol gösteren doğru,
faydalı, kullanılabilir bilgi, beceri, yeteneklerle doldurulması ve gerektiği
yerde taşın gediğine konulması, işe yaraması, katkı sağlaması büyük önem
taşıyor.
Günümüzde bilgiye erişimin kolaylaşmış olması, öğrenmeyi
hızlandırdığı gibi â??lazım olduğunda bulurumâ? yaklaşımı öğrenmeyi engelliyor
bazen. Kişinin, â??hayat boyu öğrenmeâ? ilkesini ne kadar benimsediği, edineceği
bilginin ve kültürel birikimin büyüklüğünü, çeşitliliğini ve kıymetini
belirleyen önemli bir unsur oluyor daima. â??Üğrenecek bir şeyim kalmadıâ?
diyenlerin, aslında öğrenmeyi öğrenemediklerini görüyoruz üzülerek. Kişi
istemediği sürece, öğrenme eylemi başarısız, çabalar boşuna ve gereksiz, çoğu
zaman da üzüntü verici, yıpratıcı ve ümit kırıcı oluyor. İstekli öğrenicileri
sabırla beklemek tabii ki mümkün olsa da zaman su gibi akıyor, öğrenmenin de
öğretmenin de yaşı geçiyor, ömrü bitiyor, ah vah ile. ÜğRENMEYE AÜIK VE HAZIR OLUN 20.10.2019
3) ÜğRETMEK ; Birilerine, bilmedikleri bir konuda bilgi ve beceri
kazandırmak olarak açıklanan öğretmek fiilinin eyleme dönüşebilmesi, öğretme
olayının gerçekleşebilmesi için üç unsur gerekiyor; â??birileriâ?, bunların
bilmedikleri bir â??konuâ? ve kazandırılacak â??bilgi, beceriâ?. Üncelik sıralaması, öğretme olayının
gerçekleşeceği ortama göre değişir. Ürneğin kurs ortamında öncelikle
birilerinin, öğrenicilerin olması, daha
geniş ortamlarda bilgi ve beceriyi önceden kazanmış öğretici birinin bulunması,
bireysel veya birkaç kişilik ortamlarda ise bilinmeyen bir konunun olması
gerekir. Unsurlardan birinin eksik olması öğretme eylemini başarısız kılar,
ortaya sohbet, genel diyalog, gevezelik ve bazen de anlamsız tartışmalar,
inatlaşmalar çıkar ki niyet edilen amaca ulaşılamaz, kırgınlık, kızgınlık
oluşabilir.
Beşikten mezara kadar sürecek olan eğitim-öğretim
yolculuğunda, en önemli unsurun öğretici olduğu muhakkak. Eğer öğretici,
yeterince bilgili, donanımlı ve hatta uygulamadan, uygulanmış bilginin
sonuçlarından yoksun ise veya öğretme metodu, tarzı, tavrı öğrenici gruba uygun
değil ise öğrenme eyleminden beklenen fayda sağlanamıyor maalesef. Hatta, hakir
görme eğilimine de sahipse kişi, öğretme eylemi, öğrenici için bir eziyete,
çileye dönüşüyor genellikle. Bilgi küpü olarak bilinen, çok fazla donanımlı
olan kişilerin iyi birer öğretici olamadıklarını, çok iyi öğrenici olmalarına
rağmen beklenen öğretimi veremediklerini, öğrenmeyi öğrenmiş ancak öğretmeyi
öğrenememiş olduklarını ve küpten sızanın yetersiz olduğunu görüyoruz çoğu
zaman.
Üğretmede büyük önem taşıyan diğer unsur ise öğrenici
grubun genel bilgi ve öğretilmeye çalışılan konuya ilgi düzeyi oluyor. Eğer
öğretici, grubun düzeyine dikkat etmeden, daha çok teorik, uygulama örnekleri
vermeden, pratiğe dökülmemiş, zihinde canlandırılması kolay olmayan, sürekli
kafada sorular oluşturan bir üslup ile devam ederse öğrenicinin ilgisi, isteği,
dikkati dağılmakta, kağıt çiziktiren, dışarıyı seyreden, görmeyen-duymayan
sadece bakan birileri ile hayallerde, bulutlar üstünde gezilen bir ortam
oluşuyor ki beklenen verim asla sağlanamıyor, â??öğretmeâ? gerçekleşemiyor.
Üğretmen, öğrenci, sınıf, okul kelimeleri eğitim
öğretimin asıl elemanları olmasına rağmen, her birimiz bir öğretmeniz aslında.
Üğretmek için bir bina, kapalı mekâna da gerek yok günümüzde. Üğrenici
birileri, konu ve bilgilinin olduğu her ortam, sosyal medya, öğretme eylemine
ve başarısına katkı sağlayabiliyor yaygın olarak. HERşEYİ DEğİL, BİLDİğİNİZİ ÜğRETİNİZ 14.10.2019 2) PAYLAşMAK ;
İnsanoğlu, can bedene girdiğinden itibaren sürekli bir
â??öğrenmeâ? çabası içinde buluyor kendini.
Bazı bilgilerin genetik olarak geçtiği, yaratılışında zaten var olduğu
da biliniyor. Dolayısıyla ilk bilgileri aile ortamından almaya başlayan bebek,
çocukluğunda çevre ve okul yoğunluklu öğrenme dönemlerinden geçiyor. Hayat
okulunda ve iş hayatındaki tecrübelerin bilgi birikimini destekleyerek
kültürlü, donanımlı bireyler ortaya çıkması bekleniyor. İlerleyen yaşlarda ise
daha bir didikleyici, filozof, çok konuşan, az okuyan-yazan döneme giriliyor
maalesef. Unutkanlık dönemi ise dünyaya vedanın işaretlerini içeriyor.
Daha doğmadan başlayan bilgi birikiminin her vesileyle
birileriyle, toplumla ve hatta dünya ile paylaşılması büyük önem taşıyor. Bilgi
ve tecrübelerimizi başkalarına aktarmak, aydınlatmak, yol göstermek, pencere
açmak, bir fikir-kıvılcım-merak oluşturabilmek çok güzel, bunu karşılık
beklemeden yapabilmek ise ayrıca değerli, erdemli bir davranış. Bilgi, birikim
insanda yüktür, zamanla daha da ağırlaşır, ilerleyen yaşlarda taşınamaz hale
gelince â??birilerine aktarmaâ? ihtiyacı duyar insan. Paylaşmak ise bilginin
zekâtını ödemektir, kişiyi hafifletir, faydalı olmanın, birilerine yol
açabilmenin gururunu yaşatır. Kişi, kendini yetiştirme konusunda gösterdiği
çabanın çok daha fazlasını, birikimlerini paylaşmak için de göstermelidir ki
bilgeliğine bilgelik katabilmiş, bahşedilenin diyetini bir nebze ödeyebilmiş
olsun.
Paylaşımdan uzak durmak, â??sadece ben bileyim, bana
sorsunlar, mecbur kalıp bana gelsinlerâ? mantığı, günümüz toplumsal yaşamında ve
çalışma hayatında yeri olmayan, olmaması gereken, insani kabul edilmeyen bir
davranış biçimidir. Hele bir de â??bunları öğrenmek için o kadar zahmet çektim,
niye başkasına vereyim kiâ? diyen kişi asıl yaradılış gayesini anlayamamış,
birikimin depolandığı beynin de toprak olacağını kavrayamamıştır maalesef.
Hayatımızın her döneminde, bildiğimiz, öğrendiğimiz bir
konuyu, kitap yazıp yayınlayamasak da, doğru ve gerçek şekilde yakın çevremizle
paylaşarak â??bilenâ? sayısını hızla arttırabilir, sosyal medya dahil her ortamda kelime-kelime,
cümle-cümle paylaşarak büyük kitlelere ulaşmasını sağlayabilir, domino etkisi
ile evrene yayabiliriz. Veda ederken dünyaya, binlerce kitabı doldurabilecek
â??paylaşımâ? büyüklüğüne ulaşabiliriz. Paylaştıkça çoğalmış bilgi ile insanlığın
geleceğine katkı sağlamış, kıvılcımlardan ışık kaynaklarına geçişin kapılarını
açmış olabiliriz. DÜNYAYA, BİLGİ KIRINTILARI BIRAK (07.10.2019)
1) KONUşMAK VE YAZMAK ;
Konuşmak, söylenmek istenilenlerin ses tellerinden
geçerek, dilin döndüğünce şekil verilerek, iki dudak arasından çıktığı ve
havaya karıştığı bir sesler bütünü aslında. Eğer, kelimelerin dizilişi ses tonu
ile ahenkli bir hal alırsa, bir şarkı, şiir gibi, konferans gibi dinlemeye de
doyulmaz, mest eder insanı. Ama yazmak öyle mi; düşüneceksin, araştıracaksın,
öğreneceksin ki uygun kelimeleri ardarda, bir uslüp içinde dizerken ahengi de
yakalayıp okuyanları ortamdan ortama geçireceksin. Asıl yük ise, her zaman
karşınıza â??işte belgesiâ? olarak çıkmasının verdiği sorumluluk duygusu.
Bilgiye ulaşımın çok kolaylaştığı günümüz dünyasında
herkes her konuda çok fazla bilgi sahibi olabiliyor. Bilgili insanlardan oluşan
bir toplumda, karşılıklı etkileşim ve paylaşımla bilgi daha da çoğalıyor, bir mumun
diğer mumları tutuşturması gibi çok daha aydınlık topluluklar oluşabiliyor. Bu
aydınlanma, evdeki çocukların eğitimi, yetişmesi ve daha kültürlü olmalarının
da önünü açarak, bildiğimizi aktarıp bilmediğimizi öğrenerek sosyo-kültürel
gelişimi ve değişimi de hızlandırıyor.
Ancak, bu güzelliğin içinde aksayan ve maalesef olumsuz
görünen hususlar da bulunuyor. Bilgiye â??okuyarakâ? değil â??dinleyerekâ? ulaşmaya,
sosyal medyadaki â??yorumlardanâ? erişmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu yolla
kültürlü bir toplum olunamaz, olsa olsa geveze, dedikoducu bir toplum olunur ki
genel karakterimiz buna çok uygun maalesef. â??Ya hayr söyle ya da susâ?, â??boş
teneke çok ses çıkarırâ? gibi atasözlerimiz daima hatırlanarak her konuda
bilgili görünmek ve ahkâm kesmek yerine doğru bilgileri aktarmak, kuru gürültü
yerine aydınlanmaya hizmet etmek gerekiyor.
İnsan toplumsal bir varlık, yeme-içme gibi konuşmaya da
ihtiyacı var. Ancak, â??konuşmakâ? için en az bir kişi daha gerekirken â??yazmakâ?
için gerekmiyor. Üstelik çok daha fazla insana, hatta çeviri programları ile
yabancı toplumlara dahi erişebilme imkânı mevcut. Konuşan-dinleyen bir
toplumdan ziyade yazan-okuyan bir toplum, doğru bilgilerle donanmış,
yalandan-yanlıştan uzak aktarımlar yapan, her türlü gelişime katkı sağlayan
bireyler olmalıyız. Az veya çok demeden, imkân bulunan her yerde, dergilerde,
sosyal-medyada birileri için YAZIN. Yazılanlar doğru, dürüstçe, birleştirici,
geliştirici, işe yarar olsun. Genel ifadeler yerine özel detaylar, farklı bakış
açıları içersin, katma değer üretsin, kıvılcım olsun, başkalarının girebileceği
kapılar açsın, yeni bir düşünme, gelişme alanlarına yol olsun. SÜZ UÜAR YAZI KALIR (01.10.2019) ---------- + ---------- |