KÖŞEM Yazıları ; http://www.yoldurum.com/inc/mgphp/kosem.php
30) SAğLIK ;
Canlıların, bir hücre, bir tohum olarak başlayan dünyaya gelme ve ömür sürecinde kendinden beklenileni yerine getirmesindeki en önemli unsur "sağlıklı" olmaktır. Eğer kişiler, bir canlının oluşumunda etkili ve katkılı iseler, o canlının sağlıklı oluşması ve yaşaması için çok daha fazla sorumluluk üstlenmişlerdir. Olayı, bireysellik ve aile gibi mikro boyuttan toplum-ülke-dünya ve hatta evren gibi makro boyuta taşıdığımızda â??sağlıklıâ? sıfatının anlamı çok daha önem kazanacaktır. Bir çocuğun doğum öncesi ve sonrasında anne-babası ile bitki-ağaç yetiştiren çiftçiler, hayvan sahiplenen kişiler ve hatta gıda-makine üreten işçiler de, sağlıklı çocuk, sağlıklı meyve, sağlıklı hayvan, sağlıklı ürün konusunda üstlendikleri görevleri â??yüksek bir bilinçâ? ile yerine getirmek zorundadırlar. Makro ölçekte sağlık, sistemin içindeki tüm unsurların sağlıklı olması ve işletilmesi ile oluşturulabilir.
Toplumsal bir varlık olan insan, öncelikle kendi sağlığı için bir çaba içinde olmalı, gayret yetersiz kaldığında da destek almalıdır. İnsan, sağlıklı olduğu sürece dünyaya faydalı olur ve kendinden beklenileni verebilir. En basitinden, baş ağrısının veya öksürüğün hayatımızı nasıl olumsuz etkilediğini, verimli düşünemez hale geldiğimizi, uyku haliyle dolaştığımızı biliyoruz, yaşıyoruz. Kişinin, mükemmel işleyen vücudunu â??malıâ? gibi görüp keyfine göre, ona zarar verecek, sağlıksızlaştıracak tarzda davranması, â??benim bedenim, kime neâ? sapkınlığı ile kullanması hem kendine hem de topluma, dünyaya karşı büyük bir haksızlıktır. Davranışlar, başkalarının da sağlığını etkiler duruma erişmişse eğer, haksızlığın boyutu devleşir.
Zararları, bilimsel kanıtlarla, dinsel açıklamalarla veya mantıksal ifadelerle ortaya konulmuş, davranışları ve alışkanlıkları sürdürmek, uyarıları dikkate almamak, inatlaşmak üstelik dayanaksız bahaneler üretmek â??sapkınlıkâ? değilse de â??akıl işiâ? de değildir. Ürneğin, sigara konusunda; zararlı â??biliyorumâ?, bırak o zaman â??alışkanlıkâ?, öldürüyor â??içmeyenler de ölüyorâ?, burada yasak â??yer gösterâ?, kokuyor â??uzaklaşâ?, rahatsız ediyor â??git o zamanâ?, gibi sonuçsuz, sinirleri geren diyaloglar maalesef aklın değil inadın cümleleri oluyor. Hele bir de oluşturduğu sağlıksız ortamda, başkalarını da bulunmaya mecbur eden â??zorbalarâ?? var ki yapılan tam zalimlik.
Kendi sağlığını düşünmeyenlerin, inat ederek diğerlerinin â??katlanıvermesiniâ? bekleyenlerin, tüm bencilliklerini yenip başkaları için iyi bir şeyler düşünme ve yapma ihtimali çok düşük görünüyor.
SAğLIKLI BİREYLER, HER İşİN BAşI. (14.03.2020)
29) HIRS ;
İnsanoğlu, â??isteme, elde etme ve sahip olmaâ? duygusunu, yaradılış özelliği olarak daima içinde taşır. İstekler; mal, mevki, şöhret gibi dünyevi olabileceği gibi sevgi, saygı, huzur gibi manevi veya sevap, rıza, cennet gibi uhrevi de olabilir. Dünyevi, maddiyata dayalı istekler için gösterilen hırs ve bu duyguyla gelişen davranışlar kişinin sadece kendisini kasıp kavurmaz çevresindekilere de bir şekilde dokunur, rahatsız eder ve tepkilere neden olur. Emrinde insan çalıştıran, yönetici, amir durumundaki kişilerin hırsları bezginlik yaratır, â??yeter artıkâ? ile isyan noktasına taşınır. Hırslı kişiler, aile bireyleri dahil çevresindekileri, şahsi istekleri için yönlendirdiğinde, vazifenin ötesine geçerek â??kullanmaâ? durumu oluştuğunda ve sonu gelmeyen istekler zinciri geliştiğinde, sınırlar zorlanmış, patlama noktasına yaklaşılmış demektir. Genellikle, kifayetsiz de olan bu kişilerle aynı ortamlarda bulunmak büyük bir eziyettir ve sağlam sinirler gerektirir.
Hırs, manevi talepler için geliştirildiğinde daha bir bireyselleşir, çevresine verebileceği huzursuzluk daha kabul edilebilir ölçüdedir aslında. â??Herkes beni sevsin, saygı duysunâ? şeklindeki hırs, aşırı seviyeye çıkıp â??neden olmuyorâ? noktasına ulaştığında ise naif bir beklentiden öteye geçip etrafındakilere bir dayatma, zorlama durumunda, â??mecbur muyumâ? tepkisi oluşur ki kişiyi çok daha vahim durumlara, psikolojik bozukluğa, aile içi huzursuzluğa, işyerinde sıkıntılara sebep olur ve tedavi gerektirebilir.
Uhrevi istekler, belli bir inanç sistematiği içinde kişi ile â??istek makamı, tapınılanâ? arasında gelişen, genellikle diğer kişilere, çevreye kapalı, tek yönlü bir ortamdır. Hırs boyutuna eriştiğinde önce kişiye sonra da çevresindekilere zararlar vermeye başlayabilir, â??kafayı yemişâ? durumuna, "divane" aşamasına geçilebilir. İşi gücü bırakılıp, çoluk çocuğu ihmal edip gece gündüz ibadete gömülmek, inzivaya çekilmek ve yaradılış sebebini unutup sadece uhrevi âleme yönelik yaşıyor olmak, kişiyi, â??dünyada varoluş gayesinin anlaşılamadığıâ?? noktasına taşır ki sadece kendi derdine düşmüş, muhteris bazen benciller ortaya çıkabilir.
Hırs, kontrol edilebilir ise eğer birey ve hatta toplum için faydalıdır aslında. Kişiyi, gelişmeye, öğrenmeye, üretmeye, kabuğunu yırtmaya, keşifler yapmaya, farklı bakmaya ve düşünmeye, kısır döngülerden ve karamsarlıktan çıkmaya yöneltebilir. Ayrıca, faydasız duygu ve davranışlardan uzaklaştırabilir, kendinden emin, temkinli, istekleri makul ve erişilebilir olur.
KONTROL EDİLEBİLEN HIRS FAYDALIDIR. (08.03.2020)
28) KIZMAK ;
"Isınan bir cismin sıcaklığının artması" şeklinde fiziki tanımı olan kızmak, kişinin bir olay veya durum karşısında öfkelenmesi, sinirlenmesi hali olup insani bir duygudur. Genelde anlık gelişebileceği gibi, kızmaya sebep olayın süreğenliğine bağlı olarak gecikmeli de oluşabilir. Bazen, olayı hatırlatan kişi veya nesnelerle karşılaşıldığında, zaman içinde şiddeti düşse de tekrarlanabilir. Kızma halinden sakinleşmeye geçiş, kızgınlığın şiddeti nispetinde belli bir zaman gerektirebilir.
Her metalin kızma derecesi ve süresi farklı olduğu gibi bireyin de kızgınlığa erişim süresi kişiden kişiye farklılık gösterir. Aynı cümleye, şakaya birisi kahkahalarla gülerken diğeri sert tepki verebilir. Kişinin, o andaki ruh hali en önemli etken iken asıl önemli etken genetiğinde var olan, eğitimi, yetişme tarzı, hayat tecrübesi gibi etmenlerle şekillenmiş â??kişilik yapısıâ?dır. Hakkında fikir sahibi olunmayan kişilerin yanında, nereye varacağı, nasıl algılanacağı belli olmayan, açık uçlu, tartışma ve gerginlik yaratacak söz, hal ve tavırlardan hatta ses tonundan kaçınmak gerekir. Üzellikle, bilgiye değil duyuma dayalı, komplo teorileri içeren, inanmada zorluk yaşanabilecek, gerçekçi olmayan yalan yanlış konular ve zemini bozuk, çıkış noktası hatalı, kısır döngüye girmiş tartışmalar, bilgi, belge ve gerçeklik temelinde var olan kişileri kızdırır. Kızan kişinin vereceği tepkinin şiddeti de yine kişilik yapısına bağlı olarak değişkenlik gösterir ve â??ne vardı bu kadar kızacakâ? cümlesi ok fırladıktan sonra bolca söylenir. Bu nedenle, tartışma ortamındaki cümleler dikte etmeye, karşıdakini o fikri kabule zorlamaya yönelik olmamalı â??benceâ? kelimesi ile sadece kendi fikrinin olduğu sık sık ifade edilmeli, kişi inanmada serbest bırakılmalı, iyi niyet ve hoşgörü esas olmalıdır.
Kızgınlık halinin kişinin kendisine ve verdiği tepki ile bulunduğu ortama, karşıdaki kişiye yaptığı etki son derece yıpratıcı ve üzücüdür. Bazen izleri yıllarca sürer, selamlar kesilir, dargınlık başlar, küslüğün nedeni unutulur ancak izi unutulmaz, â??değer miydi?â? sorusu söylenir durur. Pişmanlıklar geçmişi silemese de hayat tecrübesi kalır; ateşe körükle gitmeme, ortamı germeme, üzerine varmama, yüklenmeme, bardağı taşırmama, sinir etmeme, kısır tartışmalara girmeme öğrenilir ama kaybolan dostluklar, arkadaşlıklar olur. Diğer taraftan, her şeye sinirlenmeme, dolduruşa gelmeme, gülüp geçme, inatlaşmama, tahrike kapılmama öğrenilir ama sağlığı tehdit etmesi, olur olmaz hiddetlenme ve sonrası tedavi sürecine gidebilir.
KIZGINLIK, YAKICI VE YIKICIDIR. (01.03.2020)
27) TECRÜBE ;
Kişi, hayat yolculuğunda sürekli bir takım olayların, durumların, arayışların içinde ömrünü geçirirken görerek, yaşayarak ve deneyerek bir takım birikimler, deneyimler, görgüler elde eder. Dolayısıyla, yaşananların bir kalıntısı olan tecrübe, öğrenmeden farklı olup bir kazanımdır ki â??tecrübe kazanmakâ? fiili ile anlatılır.
Hayat, bazen uzun bazen kısa, bazen sıkıntılarla iyice darlaşmış, incelmiş, bazen huzurla genişlemiş bir yol, gece gündüz giden de bir yolcu. Bu yolda â??başıma gelmeyen kalmadıâ? cümlesinin azlığı ve çokluğu, eğer ders alınabilmişse kazanılan tecrübenin miktarını ve büyüklüğünü belirliyor. Birikimsiz geçen bir hayatın, verimsiz çorak bir topraktan, meyvesiz bir ağaçtan hiçbir farkı olmuyor. Eğitim yıllarını kapsayan çocukluk döneminde, hayat kurma telaşesi ile geçen gençlik döneminde, kişi, tecrübelerini tartıp, biriktirip, tekrar yararlanma imkânlarını pek de uygun, yerinde ve yeterince kullanamıyor, hızla değişen gündeminde düşünmeye bile zaman bulamıyor.
Kişi, â??unu eleyip, eleğin duvara asıldığıâ? ileriki yaşlarda, hayatın daha az dalgalı döneminde arkasına bakarak daha olgunca düşünüp değerlendirdiğinde â??nereden nereyeâ? geldiğini görüyor, â??nasıl geçti bir ömürâ? noktasına geliyor ki birikimlerinin değerini kavramış olarak hayat tecrübesini anlatma, paylaşma arayışına giriyor. Kimisi, sosyal medyada yorumları, paylaşımları ile yer bulurken, kimisi şiirler, romanlar, kitaplar yazarak, kimisi de â??yoldurum.comâ?? gibi internet siteleri üzerinden bilgi-tecrübe aktarımı yoluna gidiyor. Seminerlere, çalıştaylara katılarak topluluk önüne doğrudan aktarımı seçenler ise karşılıklı etkileşimin, birikimlerine yenilerini katmanın, verirken aynı zamanda alan da olmanın hazzını yaşıyorlar ki en güzeli de bu olsa gerek.
Tecrübe paylaşımını, akıl vermek olarak gören â??akıl verme para verâ? diye yaklaşan kişiler, yaşanmıştan ders almayı öğrenememiş, denenmişi tekrar tekrar deneyenler oluyor maalesef. Bazen, öyle bir çıkmaza giriyorlar ki çıkabilmeleri bir danışmaya bağlı iken, gururlarına yenik düşerek kısır döngüde kendilerini yiyorlar. Zoraki kabul ettikleri küçük bir tecrübe kırıntısı ile düzlüğe çıkıyorlar ama duyguları akıllarının önünde gittiği için kibirlerinden vazgeçmiyorlar.
Üldürmeyen yaraların kişiyi daha da güçlendirdiği gibi, atlatılan kötü olaylardan kazanımlar da daha faydalı ve kalıcı oluyor. Hele bir de başkalarının tecrübelerinden istifade edecek kadar akıllı ise kişi, her şeyi bilen cahillerden ordusundan hemen ayrılıyor, fark atıyor.
TECRÜBEYE SAYGI SENELER KAZANDIRIR (23.02.2020)
26) DENGE ;
â??Bir nesnenin veya insanın devrilmeden durabilme haliâ? olarak açıklanan denge, dış etmenlere karşı dengede duranın bir çabası ve mücadelesini de içerir. Bazen, dengeyi bozacak etki dengede duranın içinde de gelişebilir. Elindeki denge sopası ile ip üzerinde yürüyen cambaz rüzgar, ipin sallanması, sağlamlığı, gibi dış etkiler yanında kalp atışları, heyecan, kaygı, korku gibi iç etmenlerle de başa çıkmak durumundadır. İnsan, toplum içinde de yaşasa, tek başına bir dağda da yaşasa sürekli dengesini bozacak iç ve dış etmenlerin etkisi altındadır. Dolayısıyla, her daim kendini bu etkilere hazırlıklı tutmak, kişiliğini ani şokları sönümleyebilecek yapıda geliştirmesi gerekir ki ne rüzgar, ne kaygı-korku dengesini bozamasın. Kişinin sürekli savunma durumunda, teyakkuzda bulunması, hayatını â??acaba bugün başıma ne gelecekâ? endişesi içinde yaşaması, panikli, kuruntulu, olumsuz ve mutsuz bir bireye dönüşmesine sebep olur.
Kişi, öncelikle kendisi ile olan dengesini kurup iç huzurunu oluşturduğunda dışarıdan gelecek etkilere karşı daha bir dirençli olacaktır. Bazen ani rüzgarla sallanacak, fırtınada savrulacak, taş parçasına takılıp düşecek, bir virüsle yatak-döşek olup halsizleşecektir. Bazen bir söz moralini bozacak, bir kaza maddi-manevi sorunlar açacak, şoförün ani freni yere düşürecektir. Bozulan denge, hızla yeniden sağlanmalı, ayağa kalkılarak â??ben daha ölmedim, buradayımâ? diyebilmeli, yılların birikimiyle oluşan kişilik özelliklerine, fabrika ayarlarına dönebilmeli, daha bir tecrübelenmiş, ders çıkarmış, kuvvetlenmiş, tekrarında daha bir direnç kazanmış olabilmelidir insan. Aksi takdirde, her dengesizlik sebebinde biraz daha eğilen, bükülen, teslim olunan, iç huzurun sağlanamadığı, psikolojik yapının sürekli yıprandığı, çöküşe, tedaviye doğru giden bir süreç başlar maalesef.
Günümüz dünyasında, karmaşık, kozmopolit toplum yapısında, iş hayatında, yazılı, sözlü, sosyal medya ortamında, kişinin dengesini bozacak o kadar çok hal, tavır ve söz var ki, â??yeter artıkâ? diyerek ya başka bir tv kanalına geçmek, ya yolumuzu, yönümüzü değiştirmek, otobüsten inmek, mağazadan çıkmak, sosyal medyada sayfayı yenilemek zorunda kalıyoruz. Üok acı da olsa, dost bildiklerimizden, beraber yürüdüklerimizden, çalıştığımız ortamdan, kısa süreli bozulmaları göze alarak daha büyük sorunlar oluşmadan dengemizi korumak için ayrılmak gerekiyor bazen.
HER DAİM â??DENGELENMEYİâ? ÜğREN. (16.02.2020)
25) YÜNETİşİM ;
â??Yönetenler (patronlar, amirler), yönetilenler (çalışanlar) ve üretileni tüketenler (müşteriler) arasında karşılıklı iletişim ve etkileşim yolları açık olarak üretim sürecini yönetme metoduâ? olarak ortaya çıkan yönetişim (governance), klasik yönetim (management) kavramından farklıdır. Bir ürünün üretim sürecinde yer alan; yatırım fikri, kararı, planlama, finansman süreci, fabrika yeri ve kurulumu, makinaların temini, idareci ve çalışan personel organizasyonu, uygun elemanların temini, makinaları ilk çalıştırma, test ve ilk üretim gibi ana aşamalardan sonra, pazarın bulunması ve ürünün dağıtımı, toptancı, marketçi ve müşteriye satış, müşterinin ürünü kullanımı, müşteri memnuniyeti ve geri bildirim aşamaları da büyük önem taşımaktadır. Görüldüğü gibi süreç içinde çok fazla etken bulunmakta olup en önemlisi â??insan faktörüâ?dür. Sistemdeki her bireyin, bulunduğu pozisyonuna göre â??ürünâ? üzerinde doğrudan veya dolaylı etkisi vardır. Eğer bu etkiler kolay kurulabilecek ve iyi işletilecek bir iletişim metodu ile toplanıp değerlendirilebilirse, özellikle idari kademe ve çalışanlar arasında oluşturulacak bir etkileşim ortamı ile üretim bandındaki aşamalara katkı sağlayabilirse â??ürünâ? yönetişim kavramının uygulanışı ile elde edilmiş olur ki son kullanıcı olan müşterinin memnuniyeti artar.
â??Sadece ben bilirimâ?, â??senin aklın ermezâ?, â??sen işine bakâ? gibi patronluk içeren, diktatöryal yaklaşım asla kabul edilemez. Dolayısıyla, â??manage (manej)-at terbiye alanıâ? kökünden gelen â??yönetimâ? anlayışı, iletişim ve etkileşimin zirve yaptığı, bilim ve eğitim seviyesinin yükseldiği, bilgiye erişim ve paylaşımın hızla arttığı günümüzde, ürünleri daha iyiye ve mükemmele, kişileri ve yöneticileri başarıya taşıyamaz. Kişilere değer vermeyen, her bireyin â??kendine has, nadideâ? olduğunu bilmeyen, bireydeki gizli hazineleri çıkarabilmeyi öğrenememiş, fikirleri önemsemeyen, hatta değersizleştiren, dinlemeyen tüm idari yaklaşımlar, üretimin hangi kademesinde olursa olsun kaybetmeye mahkumdur.
â??Bir elin nesi var iki elin sesi varâ? cümlesi, çok daha fazla elin bir orkestra oluşturabileceği fikrinin yolunu açar ki iyi bir yönetişim ile sistemin içindeki her bireyin farklı bakış açıları ve görüşleri, olumlu veya olumsuz yorumları ile iyi niyet temelinde â??katkıâ? sağlamasına sebep olur. Mükemmellik erişilemez olsa da sürekli geliştirme ve iyileştirmeler, değer bilmeler her aşamadaki memnuniyetleri arttırır.
â??YÜNETİşİMâ? İÜERİSİNDE BULUNUN. (08.02.2020)
24) ÜAN EğRİSİ ;
Matematiksel bir eğri olan, daha çok istatistiki konuların grafikle sunumunda ve anlatımında kullanılan normal dağılım eğrisi, özellikle öğrencilik hayatımızda sesini duyunca â??zil çaldıâ? diyerek teneffüse, oyuna koştuğumuz â??zilâ? aletinin boykesitidir. Eğrinin, orta bölümü şişkin, yanları aşağıya doğru dike yakın eğimli, en alttaki uçları yataya paralele yakın olup, yatay eksenle sonsuzda kesiştiği kabul edilir.
Üeşitli amaçlar için yapılan anketler ve bilgi derleme çalışmaları ile toplanan veriler, yatay ve düşey eksenli bir düzlem üzerine işaretlenerek, istatistik biliminin hesap metotları ile normal dağılım (Gauss dağılımı) eğrisi çizilir ve amaca yönelik değerlendirmeler yapılır. Üıkarılan sonuçlar, karar vericilere aktarılarak, çalışmalara yön verecek toplumsal, finansal, üretim ve yatırımlar için yönlendirmeler geliştirilir.
Aslında, çan eğrisini, günlük yaşantımızın birçok alanında görmek, önce kendimizi, davranış ve düşüncelerimizi, sonra da çevremizdeki insanları değerlendirmede, gruplandırmada, davranış biçimlerini öngörmede ve buna göre yaklaşımlar geliştirmede, temas, hitap ve çalışma biçimleri oluşturmada kullanmak mümkündür. â??Bir konuâ? hakkında fikriniz, dinlediğiniz kişilerin fikirleri, sosyal medyada paylaşılan yorumlar, uzmanların-bilim adamlarının açıklamaları ile o konu hakkında bir çan eğrisi oluşturarak kimlerin orta bölümde, kimlerin uçlarda, kimlerin düzlem dışında oldukları görülebilir. Böylece, ilişkiler en optimum şekilde ayarlanıp iyi niyet temelinde, bilgi, fikir paylaşımı, karşılıklı gelişim, etkileşim ve yönetişimin, huzur bozulmadan, kişiye ve düşünceye saygı çerçevesinde oluşması sağlanabilir.
Üan eğrisi, genel ifade ile simetrik olup düşey eksen en tepe noktasından geçirilir ve bir dengeyi de ifade eder. Değerlendirmeye alınan â??bireyinâ? eğride bulunduğu yer, â??o konuâ? hakkındaki pozisyonunu gösterir. Dolayısıyla, â??bireyâ?in düşey eksenin sağında-solunda, orta-şişkin bölümde yer alması genel grupta olduğunu gösterir ki toplumumuzun büyük kısmı â??sıradanâ? olarak adlandırılan bu bölümü oluşturur. Birey, eğrinin dike yakın dış kısımlarına yakın ise â??sıradışıâ? olarak genel gruptan ayrılır. Dolayısıyla, o konudaki fikri ve davranışları ile büyük bir mücadele, bazen çatışma, gerginlikler yaşayacağı grubu da karşısına almış olur. Birey, eğrinin yataya yakın, hatta sonsuza giden kısmında yer bulmuşsa â??uçukâ? grubundadır. Artı yönde uçukluk â??deha, dahilikâ? iken eksi yöndeki uçukluk ise kendine özgü farklılığıyla â??divaneâ? olarak kabul edilir.
SIRADAN İşLERİ â??SIRADANLARâ? YAPAR. (03.02.2020)
23) MERAK :
Araştırmaya ve öğrenmeye yönelik bir davranış biçimi, insanları ve hayvanları bu davranışlara yönelten duygu olan merak, hiç bilinmeyenler veya detaylı bilinmek istenenler hakkında incelemeler yapmaya, yeni yaklaşımlar geliştirip paylaşarak başkalarının da meraklanmasına ve yeniliklerle ilgilenenlerin çoğalmasına sebep olur.
Medeniyetin ilerleyişindeki en önemli etmenin, kişilerin merak duyguları olduğunu, böylece bilinmeyenlerin peşine düştüklerini â??neden, nasıl, niçin, nerede, ne zamanâ? gibi sorularla ve â??acaba, denesek mi, belki, neden olmasın, ya tutarsaâ? gibi eğilimlerle yeni kapılar açıldığını, yerler keşfedildiğini kısaca â??gelişildiğiniâ? görüyoruz. Uçsuz bucaksız bir denizin arkasını merak edenlerin yeni kıtalar bulduğunu, â??bu ne kiâ? denilerek toprağa atılan bir tohumdan farklı meyvelerin, bitkilerin yetiştiğini, â??bu keçiler niye bu kadar keyifliâ? sorusu ile kahve çekirdeğinin bulunduğunu, â??acaba kavurup öğütsek ne olurâ? diyenlerin başka tatlar elde ettiklerini biliyoruz. Düşen elmanın yer çekimini, yüzen tasın suyun kaldırma kuvvetini, uçuşan saçların elektriklenmeyi, kumda yakılan ateşin camın bulunmasını sağladığını meraka dayalı sorgulamalar ile sürekli geliştirildiğini okuyoruz.
Merak, önemli bir kişilik özelliği olup kişinin yetiştiği ortam, ailesi, eğitim süreci, çalışma hayatı ve sosyal çevresi ile ömrü boyunca artarak gelişir. Sorgulama becerisi, görünenden veya gösterilenden ziyade â??arkasıâ? ile ilgilenmek sebep-sonuç ilişkileri ile detayına inmek ve çözümleyici, analize dayalı, bol sorulu ve denemeli bir yaşam tarzı, hem kişiyi bedenen canlı ve diri tutar hem de beynin gereksiz şeylerle meşgul olmasını, başkalarının çizdiği çerçeve içinde bir nevi kiraya verilmesini engeller. â??Düşünüyorum, o halde varımâ? diyebilmesi için bireyin, öncelikle meraklı olması, mevcutla, verilenle, söylenenle yetinmeyerek, â??ömür boyu öğrenmeâ? ilkesi ile sürekli bir arayış içinde olması gerekir ki düşünceler oluşsun, eyleme geçilebilsin, â??farkındalıkâ? oluşturabilsin. Ebeveynler başta olmak üzere, öğretmenler gibi topluluk karşısına çıkanlar ve hatta her birey, önce kendindeki ve temas kurduğu diğer bireylerdeki merak duygusunu geliştirmekle yükümlü olduğunu bilmek, düşüncelerin önünü açmak, sorular sormak veya sorulara cevap vermek, beyinleri çalıştırmak, analitik düşünme yeteneğini geliştirmek zorundadır ki bilim, teknoloji, sanat â??yerinde saymasınâ?, insanlığın gelişimi devam edebilsin.
MERAKINIZ, BOL VE UYANIK OLSUN. (25.01.2020)
22) BEKLENTİ :
â??Belirli ya da tamamen belirsiz şartlar altında olması muhtemel bir olay veya durumun oluşmasını arzulama haliâ? olarak açıklanan beklenti, gerçekçi olsa da olmasa da geleceğe ait bir inançtır ve kişi, ister istemez bir dizi coşkulu harekete kendini hazırlar. Beklenenden â??azıâ? hayal kırıklığına, â??fazlasıâ? ise sürprize sebep olur ki her ikisi de şaşkınlıkla ifade edilir. Düşünen, hayal kuran, planlamalar yapan, çalışan, üreten kişilerin hayattan, patronundan, ailesinden beklentileri olması, beklentiler oluşturması son derece doğal olmasına rağmen abartılı beklentilerle hayalperest bir kişiliğe sahip olmak, özellikle çocukları büyüme çağında â??beklentiliâ? şekilde yetiştirmek, hayatın gerçekleri karşısında çok daha zor durumda kalmalarına, yıkılan hayaller daha bir mutsuzluğa sebep olmaktadır. Beklenti, eğer başka kişi veya kişilerden ise, gerçekleşme olasılığındaki inisiyatif tamamen diğerlerine geçmiş olur ki işin içine çok sayıda etmenin girmesiyle oluşan sonuç, daha bir umutsuzluğa hatta topluma güvensizliğe sürükleyebilir, masumane bir duygu psikolojiyi bozabilir, tedavi gerektirebilir.
Kendinden sürekli beklentiler oluşturan, bir şeyler beklenen kişiler, önce kendilerine sonra da bekleyenlere karşı, çoğu zaman farkında olarak veya olmayarak büyük sorumluluk altındırlar ki kendilerini bir yük, eziyet ve zahmet durumu içinde bulurlar. Beklentileri yerine getirememe, bekleyenleri üzme, kırma hatta küstürme endişesi, bazen insani, ahlaki, hukuki olmayan başka yollar aramasına yöneltir ve â??yeter artıkâ? noktası daha vahim durumlara düşürebilir. Gerçekleşen her beklenti, yeni bir beklentiye sebep olur ve en azından â??beğenilmesiâ? beklenir, beğenilmeme durumu tam bir hayal kırıklığına dönüşür, yapılan o kadar emeğin, özverinin boşa gittiği duygusu ile kişi, kendini yetersiz, değersiz hatta beceriksiz hissederek bir dizi olumsuzluğa ve tedavi sürecine girebilir.
â??İnsan, bekleyen mi, beklenen mi olmalıâ? soruna cevap; eğer bekleyen ve beklenen dünyevi ise, kimseye muhtaç olmama ve kimsenin de kendisine muhtaç olmaması genel prensibi içinde yanıt â??hiç biriâ? olmalıdır. Bu durum kişinin tek başına ayakta durabilmesi, daha az üzülmesi ve endişelenmesi için mutlak gereklidir. Ancak, bekleyen ve beklenen uhrevi ise, â??ya rabbi, yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dilerizâ? diyebiliyorsa kişi, bu durumda soruya cevap; kul olarak â??beklenenâ? yardım noktasında â??bekleyenâ? olmayı gerektirir ki huzur da, mutluluk da, sağlık da bir arada olsun.
BEKLENTİLER, â??ERİşİLEBİLİRâ? OLSUN. (19.91.2020)
21) ÜALIşMA AHLÜKI ;
Ümrümüzün en önemli kısmı çalışmakla, bir kazanç elde edip giderlerimizi karşılamak, kara günlerde kimseye muhtaç olmamak için â??ak akçeâ? biriktirme gayreti içinde koşuşturmakla geçiyor. Amir-memur, işveren-işçi gibi tanımlamaları olan tüm emekçiler belirlenen sürelerde kendilerinden beklenen, istenen işleri yapıyorlar. Kişinin sabah evinden çıkıp bin bir zorlukla da olsa gideceği bir işi olması, çeşitli şekillerde bir üretimin, işleyişin, ülkeye-dünyaya bir katkı gayreti içinde bulunması ve çalışma süresi sonunda bazen elinde alışveriş torbaları ile evine dönmesi, günün yorgunluğunu atabilmesi ve maaşa bir gün yaklaşırken ömründen bir gün daha gittiğini bilmesi, ama yine de â??çalışmış olmanın gururuâ? çok güzel bir olay ve duygular bütünüdür.
Her gün tekrarlanan ev-iş-ev döngüsü, yazılı olsun veya olmasın kurallar ve disiplin içinde yapılmalıdır ki iş huzuru oluşabilsin, emekçi işine koşarak, isteyerek gidebilsin ve beklenen faydayı sağlayabilsin. Böylesine bir çalışma ortamını oluşturmada, çalışma hayatının içinde olan tüm kişi, kurum ve sistemin diğer bileşenlerine, özellikle â??kural koymaâ? noktasındaki mekanizmalara büyük görevler düşse de henüz kurallaşmamış, kağıda dökülmemiş bir çok husus, â??çalışma ahlâkıâ? genel çerçevesi içinde yer alır ve daha çok emekçi bireyin kendi karakter yapısı ile işleyişini sürdürür.
Kişinin, ahlaki yatkınlığı, kimse görmese, bilinme imkanı olmasa dahi iş huzurunu bozmaya veya diğer çalışanlara karşı kötü davranış ve duygular beslemesine izin vermez. Üzellikle â??bu paraya bu kadar işâ? yaklaşımı ile görevini savsaklamaz, işi geciktiremez, mesaiden çalmaz, hileye başvuramaz, zarar ziyan peşinde hiç mi hiç koşamaz ve hatta düşünemez bile. â??Ben de herkes gibi olacağımâ? eğiliminin önündeki en büyük engeller; inancı, vicdanı, Allah korkusu, haram-helal bilinci, yetişme tarzı ve kişilik yapısı olduğundan, dürüstçe çalışması için yanında bir gözcü veya takipçi bulundurmanıza da gerek kalmaz.
Eğer, çalıştığı ortamda çalışma ahlakına uyulmuyorsa, karakteri gereği saklayamayacağı rahatsızlığı ve huzursuzluğu belli olur, dile gelir ki diğer çalışanlardan hemen ayrılır, bakılan yere göre bu ayrışma negatif veya pozitif olarak değer kazanır ve genellikle yakın çevresindekiler tarafından en kolayca yapılan â??dışlanmaâ? ile karşılanır. İkilem içinde kalan kişi ya iş değiştirecek ya da mücadele yolunu seçecek, â??sen mi kurtaracaksınâ? gibi basit laflarla sürekli yıpranacak, içi içine sığmaz hale gelecektir. ASLA â??SIRADAN BİRİâ? OLMA. (12.01.2020)
20) MESLEK AHLÜKI ; Hayatımızı devam ettirebilmemiz, masrafları karşılayabilmemiz için bir işe ihtiyacımız olduğu gibi kendimizi tanıtırken kullanacağımız bir mesleğimizin olması da gerekir. Meslek, bir eğitim süreci sonrasında diploma ile veya çıraklık-kalfalık sürecinde meslek odalarından, derneklerinden veya mesleki yeterlilik veren kurumlardan alınacak belge ile kazanılan bir unvandır. Kültürümüzde var olan ahilik uygulamaları ile günümüze kadar gelen dernek, birlik, odalar gibi sivil toplum örgütleri ile bir mesleğin değeri, gelişimi, tanınması, belgelenmesi ve örgütlenmesi sağlanır. Meslek sahibi kişi, mesleğinin yazılı olan veya olmayan, resmi veya resmi olmayan kurallarını ve ahlaki değerlerini taşımak, işini icra ederken en üst seviyede uygulamak, hakkını vermekle mükelleftir ki bu mecburiyeti kendi inisiyatifi ile yerine getirmeli, bu yaklaşım kişiliğine yerleşmelidir. Aksi durumda, meslek ahlâkından â??taviz verenâ? durumuna düşer, bazen hileli yapmaya, malzemeden çalmaya, eksik bırakmaya, işin kalitesini düşürmeye ve tamir kapısını daima aralık bırakma yolunu seçer ki önce mesleğine ihanet eder sonra da kazancın haksız olmasına sebep olur. Tekrar eden bu gayri ahlaki eğilim genelde â??o meslekten ekmek yiyememeâ? ile sonuçlanır. İhtiyacınız olan bir konuda, bin bir güçlükle arayıp bulduğunuz â??meslek erbabıâ? olarak karşınıza gelenlerin işinizi yaparken gösterdiği ilgi, özen, titizlik o kişinin meslek ahlâkını puanlamanıza sebep olabiliyor. Eğer yapılacak iş konusunda biraz bilginiz de var ise, size yutturulmaya çalışanları görüyor, biliyor, seziyor ama çoğu zaman kabullenerek ağzınızı bile açamadan, sinirlerinize üst seviyede hakim olma gayreti içinde, oluşacak â??belaâ? ortamından çekinerek ücretini â??rızasızâ? olarak ödüyor ve bir an önce kurtulma yolunu seçiyorsunuz. Artan nüfusla birlikte, yeni meslek alanları ortaya çıkarken, meslek sahibi olanlara ihtiyaç da hızla artıyor. Maalesef, bireysel ölçekte â??elinden bir iş gelmeyenâ? vasıfsız kişilerin oranının çok hızla arttığı, mesleği sorulanlardan â??hiçâ? cevabının alınması ülkelerin ve toplumun en önemli sorunu olarak ortaya çıkıyor. Meslek edinme yaşını geçmiş olan kişiler, vasıfsızlığın acısını bir ömür aileleri ile birlikte yaşarken çoğu zaman kendi çocukları da maalesef aynı yolda ilerliyor. Bu döngüyü kırabilmek, okuyabilecek çocukları için â??gömleğini satacakâ? anne-baba veya çocuğunu zamanında tanıyıp mesleki alana öğrenme çağında yönelten bilinçli ebeveynler ile bu yatay gidişin önü kesilip sıçramak mümkün olabiliyor. MESLEğİNİN HAKKINI VER (09.01.2020)
19) ÜARE ; â??Hayat zorâ?
hepimizin çokça kullandığı, üzüntü, keder ve sıkıntılı halimizi fazla da
abartmadan dile getirdiğimiz bir deyim. Aslında, zorluk doğarken başlıyor ki
dünyaya, ciyak ciyak bağırarak geliyoruz. Bahşedilen ömür boyunca sıkıntı-huzur,
tasa-neşe, keder-mutluluk iç içe, yan yana yer alırken, kişilik yapısına bağlı
olarak genellikle üzüntüler akılda kalıyor, ileriki yıllara taşınıyor, bazıları
bir tecrübe olarak yeni nesile aktarılıyor, alınan ders başımızda bir tel ak
saç oluyor. Zor zamanlar, bir
"çare" arayışına sürüklüyor insanı ve en yakınında bulunanlardan
istemeye, beklemeye, aramaya başlıyor. Bazen buluyor desteği, ayağa kalkıp
â??devamâ? diyebiliyor, â??yırttımâ? diyerek seviniyor, daha beterinden korunmak için
dualara sarılıyor, yönünü-yolunu menzilini değiştiriyor, yeni yollar,
yoldaşlar, izler, çıkışlar buluyor kendine, geride birilerinin üzeri çiziliyor.
Bazen de arama çemberi genişliyor, aile dışına taşıyor, şehirler atlıyor,
sosyal medya ile ülkeye ve hatta dünyaya yayılıyor, â??bir umutâ? aranıyor,
beklenen telefon bir türlü çalmıyor ve çaresizlik, en üst seviyede olması
gereken moralleri yıkıyor önce, kederin üstüne keder ekleniyor, dönüşü olmayan
bir yol başlıyor belki. Her gün, çevremizde
görüyoruz, haberlerde okuyoruz, izliyoruz çare arayanları, çıkmaza düşüp
çıkabilme gayreti içinde olanları. Maalesef, empati yapmadan, sıradan bir olay
olarak sadece seyrediyoruz. Kimisinin çaresi parasal yardım, kimisinin
kan-ilik-organ bağışı, kimisinin hukuki-polisiye bir çözüm, elindeki yükü
paylaşmak bazen ve bazen de bir fikir, pencere açmak, yoluna koymak, engeli
kaldırmak. İşte bu noktada insan, nerede olduğunu sadece bir an durup
düşünmeli, â??ne yapabilirimâ?in peşinden gidebilmeli. Üare olabilme,
çözümün içinde yer alabilme fırsatı karşımıza çıktığında mutlaka
değerlendirilmeli, kimseye kaptırmadan, yarışarak ve hiçbir dünyevi menfaat
beklemeden el verilmeli, â??denize atılan iyilikâ? misali değerinin bilineceğine,
görüleceğine ve gerektiğinde â??gereğininâ? yapılacağına mutlak bir inanç içinde
olunmalıdır. Sağlanan iç huzur, mutluluk doyasıya yaşanmalı, böylesine bir
imkan çıktığı için şükredilmeli, gösterişe kaçmadan mütevazı ölçülerde kimseyi
rencide etmeden hatta isim vermeden, üçüncü kişi ağzıyla başkasını yücelterek
hayat dersi olarak paylaşılmalıdır. Aksi takdirde, imkânı var iken zamanında
sağlanmamış faydanın, verilmemiş desteğin üzüntüsü ve hatta vicdan azabı bir
ömür devam eder, için için yanar-kanar durur.
BU SEFER, BELKİ
ÜARE â??SİZâ?SİNİZ. (30.12.2019)
18) DESTEK ; â??Bir cismi istenilen yerde ve istenilen pozisyonda tutabilmek için yapılan dayanak veya düzenekâ? olarak günlük hayatımızda kullandığımız, fakat uygulamada dozunun iyi ayarlanması gereken bir eylem biçimidir destek. Kelime, teknik anlamda özellikle inşaat mühendisliği çalışma konuları içinde â??taşıyıcı sistemâ? ifadesi ile kullanılır ki içinde, zemin, temel, kolon, kiriş, döşeme, payanda gibi elemanlar yer alır. Böylece, istenilen bir yapı uygun desteklemeler ile güvenli bir şekilde inşa edilir, ayakta durabilir. Fazla destek işin maliyetini yükseltirken yetersizliği ise beklenen emniyetin azalmasına yapının güvensizliğine sebep olur. Sosyal hayatımızda, çalışma ortamında ve aile içinde çokça kullanılan ve uygulanan â??destek vermeâ?, â??desteklemeâ? eylemlerinin aslında â??kıvamındaâ? olması gerektiğini â??daimaâ? değil â??bazenâ? yapılmasının çok daha uygun olduğunu görüyoruz. â??Her gün balık vermek yerine balık tutmayı öğretâ? cümlesi klasik bir destekleme örneği olup derin bir anlam ifade eder. Aksi takdirde, beklentili kişiler oluşur ki ayakta durabilen değil desteksiz yaşayamayan bir toplum meydana çıkar. Üalışma hayatında, hedef olarak konulan bir değerin, ürünün oluşturulması için çalışanlar arasında bazen güç-kuvvet gibi fiilen bazen de danışma-sorma gibi fikren destek gereksinimleri oluşabilir. Destek talep edilen kişinin meslek ahlakı ve çalışma terbiyesini de içeren genel karakter yapısı, talebe vereceği cevap, özen ve miktarı yönünde son derece önemlidir. â??Tamam, sen bırak ben hallederimâ? yaklaşımı ilk etapta çok yardımseverlik olarak görünse de aslında bir destekleme değil, talep edene büyük kötülük içerebilir. Böylece kişi, işini başkalarına yaptırmaya, hatta yıkmaya, satmaya alışır ki yalakalık-dalkavukluk yapmaya kadar gider ve çalışma terbiyesinde bozukluk oluşur. Bunun yerine, â??nerede takıldınâ? ile tıkanıklığı gidermek, â??sen çalış biraz, tekrar bakalımâ? ile gayret vermek, â??gel beraber üzerinden geçelimâ? ile müşterek çalışmak, â??çok güzel, yapabileceğini zaten biliyordumâ? ile övmek, takdir etmek çok daha faydalı ve geliştirici olacaktır. Aile içindeki â??abartılı destekâ? ise aile üyelerini, özellikle çocukları kendi başına â??balık tutamazâ? duruma sürükler ki cesareti, çabayı, çalışmaktan ve üretmekten keyif almayı, "ben yaptım" gururunu yaşamayı engeller, yumurta kıramaz, kapıdan çıkamaz hale getirir. Dayanacak duvarlar örmek yerine, bireyin "tek başına" var olabilmesini sağlamak asıl amaç olmalıdır. FAZLA DESTEK GELİşİMİ ENGELLER. (26.12.2019)
17) KATKI ; Evrenin içinde yer alan tüm canlı ve cansız varlıkların
bir amaç için yaratılmış olduğu gerçeğinden hareketle, istisnasız hepsinin
işleyen sisteme bir katkılarının olduğunu, insanoğlunun aklının alamayacağı
büyüklük veya küçüklük boyutunda, hali hazırda keşfedilmiş, açıklanabilmişlerin
yanı sıra â??varoluş gayesiâ? henüz tanımlanamamış sayısız bilinmezlik erişilmeyi,
çözümlenmeyi, anlaşılmayı bekliyor.
Sonsuzluk boyutundan daha elle tutulur, gözle görülür
dünyamız, yakın çevremiz ve kendimiz ölçeğine indiğimizde, bu katkıların
boyutlarını daha kolay anlayabilir, tahlil edebiliriz. Katkıların birçoğunu,
düşünmeden hayatımızın içine aldığımızı, kullandığımızı ve yararlandığımızı
görüyoruz. Sütü, yoğurda-peynire, hamuru, ekmeğe-böreğe dönüştüren mayanın bir
bakteri olduğunu, uğur böceğinin yaprak bitlerini, kekliklerin keneleri
yiyerek, uçan böceklerin çiçeklerin tozlanmasını sağlayarak meyve oluşumuna
katkı verdiklerini biliyoruz. Kum tanelerinin cama, kaya-dağ-toz halindeki
madenlerin hayatımızı kolaylaştıran maddelere, nesnelere, kap-kacak,
araç-gerece dönüşümünü sağlıyoruz.
Akıl, zeka, yetenek gibi sıfatlarla donatılmış,
yaratılmışların en mükemmeli olan insanoğlu,
dünyadaki serüveninde etrafını tanıyarak, keşfederek, yararlanma
imkanlarını geliştirerek ve kendisi de sürekli gelişerek günümüze erişmiş, her
an yeni yeni keşiflerle medeniyet havuzuna, insanlığın birikimlerine katkı
sağlamaya, kazanımları arttırmaya devam ediyor. Tahminen 100 milyar insanın
yaşayıp göçtüğü dünyamızın bu günkü gelişmişlik seviyesine ulaşmasında, her bir
ferdin etkisinin olduğu çok uçuk geldiği için inkâr edilse de bireysel katkının
büyüklüğü ve önemi gün be gün daha da iyi anlaşılıyor, daha bir değer
kazanıyor.
Refah seviyesinin yüksek olduğu günümüz dünyasında,
mevcutla yetinen, kendisi veya çevresi için yeni bir şeyler yapamayan ve yapmak
istemeyen, gelişmeyen ve gelişime katkı sağlayamayan â??ye-iç-yatâ? döngüsündeki
birey, maalesef toplumun sırtında bir yüktür ancak. â??Ne yapabilirim ki?â?
sorusuna verilecek cevap â??Onu sen bulacaksınâ? olmalıdır. Katkı, kişinin içinden
gelen, yeteneği ile açığa çıkan, kendi aklı-zekâsı ile verilen göreve, işe,
çevreye veya hayata yaptığı, güzelleştirici, kolaylaştırıcı, geliştirici,
yenilikçi, yol açıcı, ilham verici ilaveler olup kişinin inisiyatifindedir.
Katkının tarifi, şekli ve miktarı, ölçüsü önceden belirlenirse görev olur ki
yapılması mecburiyet içerir. Umulan, beklenen ise kişiden yansımalar, izler,
katma değerler olup kişinin takdirindedir. KATKILAR, DEğERİNİZİ ARTTIRIR (23.12.2019)
16. MERHAMET ; Bir canlının başka bir canlı veya nesnenin içinde
bulunduğu durum karşısındaki acıma, üzüntü duygusu olarak tanımlanan
merhametin, sadece insanlara has olmadığı hayvanların da bu duyguyu
taşıdıkları, bazen insanın tepkisiz kaldığı durumlarda insandan çok öte
merhametli davrandıklarını görüyoruz. Her canlının yaratılışında var olan
merhametin ortaya çıkışındaki çabukluk, büyüklük ve isteklilik; kişinin
karakter yapısı, yetişme tarzı, kültürü, inancı, sevgisi ve saygısı ile
belirginleşir. Dünyamızın her köşesinde insanın içini dağlayan, dilimiz,
davranışlarımız, yanan yüreğimiz ve â??sulu gözlüâ? olarak anılma pahasına yaşaran
gözlerimizle duygularımızı açık ettiğimiz, â??yeter, bu da yapılır mı, canilik
buâ? diye haykırdığımız, eziyet, çile, ızdırap haberlerini okuyoruz, izliyoruz
maalesef. Yakınımızda olanlar daha bir akılda kalıcı olup hafızaya yerleşirken,
uzakta olanlar için ancak dua ediyor, tarafımızı belli ederek zalimlere lanet
okuyabiliyoruz sadece. Asıl gerekenin, üzüntünün kaynağını ortadan
kaldırabilmek, yaralara merhem olabilmek, acının şiddetini hafifletebilmek, bir
omuz atıp destek verebilmek olduğunu bile bile elbette. Yakın çevremize baktığımızda, her an merhamet duygumuzla
sınandığımızı görürüz; cama çarpıp duran bir sineği öldürmek yerine camı açıp
çıkmasını sağlamak, bir köşede beliren karıncalara ilaç sıkmak yerine naftalin
gibi kokar bir madde ile uzaklaştırmak, çiçek toprağındaki solucanın yaşamasına
izin vermek, bir ağaç dalını sıkıştığı yerden kurtarıp büyümesinin önünü açmak,
bazen üzerindeki taşı almak mesela. Sokaklardaki aç-susuz kalmış, topluma
emanet canlılara, parktaki börtü böceğe şefkatle yaklaşabilmek, yaratılanı
yaratandan ötürü sevmektir, korumaktır, kollamaktır merhamet. Bir insanın düştüğü veya düşürüldüğü mağduriyet ortamında
yanına yaklaşabilmek, bazen istismar edilse de elinden tutup çekip
çıkarabilmektir, çare olabilmektir merhamet çaresize bir nebze. Zulme karşı
direnmektir, mazlumun yanında olup zalime cephe alabilmek, â??siper et gövdeni
dursun şu hayasızca akınâ? diyebilmek, haklıyı savunabilmektir daima. Merhamet
göstereceğim derken başka zulümlere ve eziyetlere sebep olmamak, birine yardım
ederken onurunu zedelememek, utandırmamaktır merhamet, hatta vazgeçmektir,
ertelemektir yardımı bazen de. Başka birini kırarak, üzerine basarak, ezerek,
çözüm olayım derken çözümsüzlüğe kapı açmamak, yeni mağdurlar oluşturmamak,
kimseye boyun eğdirmemek, minnet ettirmemek, borçlu bırakmamak, yüzünü
düşürmemek hatta hissettirmemektir amacı merhametin.
YUFKA YÜREK TAş KALPTEN İYİDİR (18.12.2019) ---------- + ---------- |